19 Kasım 2011 Cumartesi

kosova, 11.2011.

ortodoks kilisesi.

ulusal kütüphane.

nena tereza heykeli, nena tereza bulvarı.

tiyatro binası.

sultan mehmet fatih camii.


şehrin tarihi köşesi.



meclis binası önündeki kayıp insan fotoğrafları.



bill clinton şehirde önemli yer tutuyor, adına ayrılmış bir cadde ve heykel var.

gün batımı.

kayıp tavla taşları sonucu yaratıcılık sınır tanımıyor.

savaş sonrası şehirlerin tarif edilemez yalın bir havası oluyor. hem geçmişte yaşananların üstesinden gelmeye çalışan, hem de yaşananları unutmayan. priştine de bu şehirlerden bir tanesi. bir yanda inşa edilen yeni ve yüksek binaları görüyorsunuz. süslü ithal alışveriş merkezlerini, yenilenen kiliseleri, camiileri ve tarihi binaları. bir yandan da meclis binası önüne sıralanmış silikleşmiş kayıp insan fotoğraflarını, duvarlara yazılmış politik grafitileri.

öyle bir şehir ki priştine, uluslararası örgüt ve sivil toplum kuruluşları kirliliği var. her köşe başında kendine bir misyon edinmiş örgüt binaları mevcut; ama en şaşırtıcısı yeni nesilin hala değiştirmedikleri birleşmiş milletler tarafından dağıtılmış kimlik kartları taşıyor oluşu. evlerinde arnavutluk bayrakları asılıyken, diller ve farklı plakalar arasında kaybolmuşken yeni bir hayat kurmaya çalışıyorlar kendilerine. şehirdeki arabaların üzerinde üçten fazla plaka türü görmek mümkün. savaş öncesi ve sonrasında farklı dönemleri kapsayan. her tanıştığım kosovalı arnavutçaya ek olarak ya boşnakça, ya sırpça ya da çatpat türkçe konuşuyor.

evinde kaldığım kosovalı çocuklar bana her yeri gezdiriyorlar. hiç bekler misiniz priştine'de küçük bir mekanda joy division - blue monday çalmasını? hem de içeri girdiğiniz anda. ya da pulp - common people? işte öyle bir modda herkes dans ederken ben bir sürü şişe kırıyorum. iki kata doluşmuş bütün insanlar bir anda beni alkışlamaya başlıyorlar. eminim suratım giydiğim tişörtten daha kırmızı. bıçak gibi kesen soğuğa ve kaybolan eldivenlere rağmen, sabaha karşı sokaklarda yürüyoruz. zaten biraz da bu nedenle çok fazla fotoğraf çekemiyorum, ellerim çok acıyor ve herkes sıcak bir yerlere sığınmak için hızlı hızlı yürürken sürekli geride kalıyorum. bu şehrin en ilginç taraflarından bir tanesi de kuşları. geceleri ağaç altlarından yürürken çok tehlikeli olabiliyorlar. ağaç altlarından yürümemek lazım.

iki günlük bir ziyaret için cebimden çıkan sadece kırk euro. bunun otuzu da havaalanı transferleri için. işte diyorum en güzel yemeğin, en güzel tatlının, en güzel gezinin bedeli bazen harcanan miktarlarla ters orantılı oluyor. sabah uyanıyorum. hafif bir ışık geliyor perdeden, dün geceden belirlenmiş playlist’imiz hala havada dönüyor. televizyonda oynayan kubrick’ten the shining. pazar günleri ve kahve araları beni mutlu eden. dönüş yolları ise hep zorlu olanlar. geride bırakılanlar. anlatılan masallar, yaşananların yanında.

:feist - anti - pioneer: