31 Ocak 2012 Salı

avustralya, 12.2011 - 01.2012.


st. paul katedrali, melbourne.





melbourne bike share, şehirde çok yaygın kullanılıyor.




grafittiler.


skydeck.


southbank.



cairns.





brisbane.



parlamento binası, canberra.


katoomba.




leura şelaleleri, blue mountains.

 
seven sisters.

 
harbour bridge, sydney.


queen victoria binası.



 


modern sanat müzesi.


 


sydney - hobart arası yelkenli yarışları.


 


manly plajı.


bronte plajı.


  
coogee plajında yılbaşı havaifişekleri.

 
sydney opera evi.


fleet foxes konseri, sydney opera evi.


sanıyorum ki, çok uzun zamandır ilk defa bir ülkeye gittiğimde oraya ait olabileceğimi hissettim ben. avustralya beni çok şaşırttı, dört köşeye yatırdı. bütün pahalılığına, bütün dengesizliğine ve bitmez mesafelerine rağmen kendisini sevdirdi. 

melbourne'a ilk adımımı attığımda tüm sıcaklığıyla sevinç teyze karşıladı beni. koca kalabalığın içerisinden tanıdım ben onu. evine vardığımızda her köşede beni gülümseten bir detay vardı. işte dedim, biz bir misarif ağırladığımızda, millet olarak bu şekilde ağırlıyoruz. üç gün melbourne'u solurken, sokak sanatından güzel yemeklerine; dengesiz havasından kendimi kaybettiğim daracık sokaklarına kadar her noktada tekrar tekrar buldum ben aslımı. federation square'de otururken izlediğim bir video beni parçalara bölerken, bir yandan da hayatımla ilgili neler istediğimden emin olmama neden oldu. hani demiş ya cemal süreya "hayat kısa, kuşlar uçuyor." bu duygu var işte bir süredir içimde. kıpır kıpır. uzun günler, kısa geceler. en önemlisi hızlı hareket eden bulutlar. hem biliyor musunuz, genelde çoğu noktada planlı programlı olan ben, bunun kötü bir şey olduğuna inandırılmıştım son dönemlerde. bir kez daha plansız olduğumda nasıl affalladığımı gördüm, yaşadım. sabaha karşı havaalanında uyumamak için bacaklarımı demir oturaklara sürterken. sudan çıkmış balık telaşı.

ertesi gün
cairns ateş bombası gibi karşıladı beni. yaktı yonttu bunalttı. çirkin şehirlerde ortaya çıkan miskinliğimi gün yüzüne çıkardı. hem kaldığım odada isveçli bir kız vardı. konuştukça konuştu. bir ara artık sözcükleri etrafımdaki duvarlara çarpıp bana vuruyor gibi hissettim. muz çiftliğinde çalışan iskandinavlarla gece boyunca güldük sonrasında. sıcak ve sıcak. şehrin en güzel tarafı büyük bariyer resifine ev sahipliği yapmasıydı. ben hayatımda ilk defa daldım. en başta boğuluyormuşum gibiydi. benimle beraber dalan micheal elimi tuttu ve panik olmamamı sağladı. resifin dibinden çıkardığı garip, kaygan, pofuduk hayvanlara dokunduk teker teker. noel gecesi öncesi brisbane vardı haritada. yağmur ve alışveriş telaşıyla. uzun süren otobüs yolculuğunda muhtemelen otuz kadar küçük kasaba ziyaret ettik belediye otobüsü edasıyla. 

sydney'e vardığımda iki gülümseyen surat otobüs durağında beni karşıladı kırmızı rudolf burnu ve geyik boynuzları olan bir arabayla. ondan sonra sevgi seli ve günübirlik geziler, plajlar, sydney opera house'da izlenen konserler, parklar, gül bahçeleri, tripod'unu kullanmama izin veren italyanlar, thai-lübnan-çin-japon-italyan yemekleri, pazarlar, marketler, pire torbası max, beş gün beş gece süren bitmez tükenmez rugby maçları, troy'dan mangal seferleri, uncle jim, luis ile guardian'ın sabah bulmacaları, çok konuşan jessie, triptonik çift gus & lee, karaoke gecesi ve acıyan boğazlar, lübnan restoranı'nda "i have never...", coogie'de globe sandviçleri ve en güzel latte'ler, kumsalda izlenen yılbaşı havaifişekleri, dalgalar, fish and chips sonrası dondurmalar, noel yemekleri, new york'un sevimli kuzeni, soğuk sular, kalabalık kumlar...

:the rolling stones - play with fire:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder